Türkiye’de sendikaların durumu, son yıllarda işçi hakları ve çalışma koşulları açısından sorgulanabilir bir noktaya geldi. Sendikaların kuruluş amacı, işçilerin haklarını savunmak ve onların yaşam standartlarını yükseltmekken, birçok sendika yöneticisi bu hedeflerden uzaklaşıp kendi refah ve konfor alanlarına odaklanmış durumda.
Türkiye yeni bir Kamu Çerçeve Protokolü (KÇP) dönemine girmiş olsa da işçi konfederasyonları hâlâ ne bir talepte ne de bir istekte bulunuyor. Hiçbir işçi konfederasyonu, “Kamu işçileri zor durumda; şu şu sorunları vardır. Yeni KÇP için şu kadar taban yevmiye ve şu kadar sosyal hak istiyoruz; şu rakamların altını asla kabul etmeyeceğiz,” diye haykıramıyor. İşçinin talebi şudur diyemeyen sendikal örgütler, işçi sesini çıkarınca veya talepte bulununca adeta işveren ağzıyla konuşmaya başlıyor.
Memur sendikaları henüz yeni sözleşme dönemine girmemişken, aylardır gerek meydanlarda gerek sosyal medyada her türlü seslerini yükseltiyor, taleplerini dile getiriyor. İşçi sendika ve konfederasyonları ise hâlâ sessizliğini koruyor. Konfederasyonların bu sessizliğini bizler, bakanlıklarda toplu iş sözleşmesi dönemlerindeki sendikaların sessizliğinden biliyoruz. Yetki dönemlerinde “Şöyle isteyeceğiz, bunu isteyeceğiz, bu bizim kırmızı çizgimiz” diyen sendika, yetkiyi alınca “İnşallah isteyeceğiz, masadayız, o yüzden usule uygun davranmamız gerek, mücadelemiz devam ediyor” gibi yuvarlak cümleler kullanıyor. “Nerede taslak?” diyen kamu işçisini susturup sessize almaya çalışıyorlar. Pek çok kamu işçisi de Kamu Çerçeve Protokolü dönemindeki bu sessizliği bu yüzden iyi biliyor ve konfederasyonlarından bir taslak bekliyor. İçerisinde işçiyle paralel taleplerin olduğu, işçinin sesi olan bir talep listesi ya da kamu çerçeve protokolü taslak metnini görmek istiyor.
Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkan sendikalar, işçilerin haklarını korumak için mücadele eden önemli yapılar olarak biliniyor. Ancak Türkiye’deki sendikaların çoğu, bu tarihsel misyonunu yerine getiremiyor. İşçi sınıfının taleplerinin göz ardı edilmesi, işçinin temsilcisi, vekili olan sendikaların kendilerini işçiden üstün görüp kendi çıkarlarını ön planda tutmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu durum, emeğin sömürüldüğü bir düzen yaratırken kamu işçileri yaşam mücadelesi veriyor. Sendika yöneticilerinin lüks yaşamlarıyla karşılaştırıldığında bu durum adeta bir çelişki oluşturuyor. Son model araçlara binen, kendi otellerinde istedikleri zaman tatil yapan, istediği yakınını istediği yerde işe sokan, işini halleden; ama sıra kamu işçisine gelince her türlü baskıyla kamu işçisini susturup “Sen dur, biz biliriz, biz hallederiz,” diyen sendika ağalarına işçi bir türlü gereken dersi veremiyor. Bu bozulmuş sendikal düzenin devamı, kamu işçilerinin yoksullukla mücadelesinin giderek ağırlaşmasına neden oluyor.
Sendika yöneticilerinin kendi konfor alanlarını koruma kaygısı, işçilerin hakları için gereken cesur adımları atmaktan alıkoyuyor. Oysa bir sendikanın gerçek gücü, üyelerinin yanında durabilmesinde ve onların haklarını savunabilmesindedir. İşçiler, sendikaların güçlü birer temsilci olmasını beklerken, çoğu zaman sendikacıların kendi çıkarlarını gözettiğini görüyor. Bu durum, işçi sınıfının sesinin kısılmasına neden oluyor.
İşçiler, sendikalar aracılığıyla toplu güçlerini bir araya getirme fırsatına sahiptir. Ancak bu güç sadece sözde kalmamalı; somut eylemlerle desteklenmelidir. Sendikaların, işçilerin sorunlarını dinleyip bu sorunlara çözüm önerileri geliştirmesi gerekiyor. Birlikte hareket etmenin ve dayanışmanın önemi, her zamankinden daha fazla hissedildiği bu dönemde, konfederasyonlara “Şeffaf olun; kamu çerçeve protokolü talep taslak metinlerini yayınlayın” derken, kurumlarımızda ve bakanlıklarımızda imzalanmasını beklediğimiz toplu iş sözleşmeleri için de yetkili veya muhalif her sendikadan toplu iş sözleşmesi taslak ve talep metinlerini yayınlamalarını işçiler talep ediyor. Böylece işçi ve sendikal örgütler arasında aidiyet ve karşılıklı güvenin tesisi yönünde önemli bir adım atılmış olacaktır.
Türkiye’de sendikaların yeniden yapılandırılması ve işçi haklarına daha fazla önem verilmesi gerektiği aşikârdır. İşçilerin haklarını savunmak sadece bir görev değil, aynı zamanda bir insani sorumluluktur. Sendikaların, bu sorumluluğu yerine getirirken kendi çıkarlarını bir kenara bırakıp işçilerin gerçek ihtiyaçlarına odaklanmaları elzemdir. Yoksa yetki süreçlerinde ya da yılda bir kere promosyon takvimi, kahve, çay, kalem, saat, ajanda, termos dağıtarak sendikacılık yapılmış olmuyor. Aynı işe farklı ücret sorunu, fazla mesai ücretlerinin ödenmemesi gibi hiçbir sorunu çözmüyor. Artık, günümüzde iyi bir zam ve sosyal haklarla sözleşme imzalayan sendika ve konfederasyonlardan bile öte, kendi imzaladığı Kamu Çerçeve Protokolü veya toplu iş sözleşmesini işverene uygulatamayan sendikal örgütler karşısında kamu işçisi yalnız bırakılıyor.
Sonuç olarak, Türkiye’deki sendikaların beceriksizliği sadece bir yönetim sorunu değil, aynı zamanda bir insanlık meselesidir. İşçilerin sesi, sendikaların gücüyle birleştiğinde daha adil bir çalışma ortamı mümkündür. Unutulmamalıdır ki, gerçek değişim, işçilerin haklarını savunan güçlü sendikalarla mümkündür. Güçlü sendikalar ise ancak yüzünü işçiye dönen, gücünü işçisinden ve üyesinden alan, farklı odaklardan medet ummayan sendikacılarla var olacaktır.
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
işçiyi maymun ettiler
Admin iyi hoş diyorsun da işçinin sendikalardan beklentisi gerçekten maddi imkanlar falan değil işimi görsün, kafama göre iznimi alayım bu çizginin ötesine geçemedi işçi